1 Ağustos 2011 Pazartesi

6-Peygamber (sa.)'in mîrâc gecesinde semâlara çıkıp Cenabı Allah'ın ru'yetiyle müşerref olduğuna inanıyoruz.



Peygamber (sa.)'in mîrâc gecesinde semâlara çıkıp Cenabı Allah'ın ru'yetiyle müşerref olduğuna inanıyoruz. Bunun mânâsı Cenabı Allah'ın yerinin sema olduğu lâzım gelmez mi?

Ehli sünnet ve'l-Cemaatın itikadına göre, Hz. Peygamber (sa.) mîrâc gecesinde Cenab-ı Allah'ın ru'yetiyle müşerref olmuştur. Ama bunun mânâsı "Allah Teâlâ'nın yeri semâdır" demek değildir. Belki Hz. Muhammed (sa.) semâda iken Cenabı Allah kendisine tecellî etti. Cenabı Allah isteseydi Peygamber (sa.) yeryüzünde iken de kendisine tecellî edebilirdi. Ama hikmet, semâda olduğu bir sırada tecellî etmekte idi.

5-“Allah her yerde hâzır ve nazırdır” veya “Allah her yerdedir” demek doğrumudur?


Bir kimse :

Allah her yerdedir» veya «her yerde hâzır ve nazırdır» derse; şayet Cenab-ı Allah'ın zatıyla her yer­de mevcut olduğuna inanarak söylerse kâfir olur. Çünkü Cenab-ı Allah mekândan münezzehtir. Öyle ki, yüce Mevlâ yer ve gök olmadan evvel de var idi. Ama ilim ve kudretiyle her yerde mevcut olduğunu kasdederek bu sözü söylerse kâfir olmaz.

Yalnız, bu sözü, söylememeye dikkat etmek lâ­zımdır. Maalesef, avam tabaka :

Allah her yerde hâzır ve nazırdır» sözünü çok söylemektedir. Bu sözü söylemek yerine,

Allah herşeyi bilir» demek gerekir.

4-''Allah göklerdedir'' demek caiz midir ?



Cenab-ı Allah ezeli olduğu ve mücessem olmadığı için, hadis olan gökte olması mümkün değildir. Cenab-ı Allah mekan ve yönden münezzehtir. Mekan ve yön olmadan O var idi.

Bunun için mekan ve yön şaibesini veren ayet ve hadisleri te'vil etmek gerekir.

Allah'a mekan ve yön ispat eden kimsenin kafir olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Alimlerin çoğu kafir olmadığına hükmediyorlar (el-Fetava'l Hadisiyye). Çünkü, mesela, "er-Rahmanü alel arşi's-teva" gibi ayetlerin zahiri, bu manayı ifade ediyor. Hatta Şa'bi, İbnü'l Müeyyeb ve Süfyan gibi zevatlar da "te'vil etmeden bu tip ayet ve hadislere iman etmek gerekir" diyorlar.

3-Halkın dilinde, "Kâlü belâdan beri imân ettim" şeklinde dolaşan bir söz vardır. Bu söz doğru mudur ve mânâsı nedir?


Bu söz doğrudur. Kur'ân-ı Kerîm ile sabittir. Araf sûresi 172-173. âyetlerinde şöyle buyrulmaktadır: "Rabbin Ademoğullarının sulbünden soyunu çıkarıp onlara, 'ben sizin Rabbiniz değil miyim?' demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da 'evet şahidiz' demişlerdi." Müfessirlerin çoğu bazı hadîslere istinad ederek bunu şöyle açıklıyor: Cenabı Allah Hz. Adem'i yarattıktan sonra zerrecikler halinde bulunan zürriyetini sulbünden çıkararak kendilerine hitap edip buyurdu ki: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" onlar da, "Evet, sen bizim Rabbimizsin" dediler.(Elmalılı 4/2323) Bu açıklamaya göre, gerçekten Cenabı Allah ile ruhlar arasında böyle bir muhavere vaki olmuştur. Yukarıda da beyân ettiğimiz gibi, bu muhavere ve misak dünyada, Hz. Adem'i yarattıktan sonra olmuştur; ruhların İmânı da o zamanda olmuştu.

2-Müslümanlardan uzak bir yerde yaşayıp, İslâm'ın ne olduğunu bilmeyen kimse, kıyamet günü Allah katında sorumlu olacak mı?



İslâmiyetten önce iki Peygamberin bi'seti (peygamberliği) arasında yaşayan ve hiç birisine yetişmemiş olan kimse, ehli fetrettir. Ehli fetret ibâdet ve ahkâm ile mükellef değildir. Bu hususta ulemâ ittifak halindedirler. Fakat, Allah'a (cc) İmân etmekle mükellef olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır. Mâtüridi'ye göre ehli fetret, ibâdet ve ahkâm ile mükellef değil ise de Allah'a İmân etmekle mükelleftir. Çünkü Cenabı Allah'ın, kendilerine verdiği aklı kullanıp yer, gök ve içindekilere ibret nazarı ile baktıkları takdirde Allah'ın varlığını idrâk edebileceklerdir. Peygamber'in (sa.) bi'setinden sonra (inanmayan) insanlar üç sınıftır: Birinci Sınıf: Peygamber (sa.)'in davetini duymamış, kendisinden haberdar da olmamıştır. Bu sınıf kesin olarak cennetliktir. İkinci Sınıf: Peygamber (sa.)'in davetini, gösterdiği mucizelerin durumunu ve güzel ahlakını duymuş olmakla beraber imân etmemiştir. Aramızda bulunan ehli küfür gibi bu sınıf kesin olarak cehennemliktir. Üçüncü Sınıf: Biz Müslümanlar. Deccâl'in ismini duyduğumuzda nefret ettiğimiz gibi (haşa) onlar da Peygamber'in (sa.) isminden öylece nefret ediyor. (Çünkü onlar, Peygamber (sa.)'in aleyhinde yapılan menfi propagandalardan başka bir şey duymamışlardır). Kimse onlara doğrusunu söyleyip onları heveslendirmemiştir. Bunların da ehli Cennet olacaklarını umarım.

1-İman nedir ? Üzerine ne gibi şeyler terettüp eder ?



İman, Cenabı Allah'ın, vahiy meleğinin aracılığı ile Hazret-i Muhammed (sav)'e gönderdiği semavî hükümlere kalben kesin olarak inanıp tasdik etmektir. Bir kimse Kur'ân-ı Kerîm ve mütevâtir sünnet ile sabit olan bir hükmü inkâr ederse mü'min değildir.

Mü'minlere terettüp eden dini ahkâm da kendisine terettüp etmez. Meselâ oruç, namaz ve benzeri farzları inkâr eden veya içki ve faiz gibi yasakları kısmen de olsa mubah gören kimse, İslâm'ın hududu dışında kalıp müslümanlarla olan manevî bağı koparmış olur. Bu sebeple müslümanlara varis olamaz, cenaze namazı kılınmaz, müslüman mezarlıklarında defnedilmez ve onlarla evlenemez.

İslâm'a inanmadığı halde kendine, müslüman görüntüsü veren Abdullah bin Ubey, ölüm döşeğinde iken Peygamberimiz ile görüşmek istedi. Bunun için yanına giden Peygamber (sa.) den kendisinin cenaze namazını kıldırmasını istedi. Peygamber (sa.) de bu teklifi kabul etti. Öldüğünde Peygamber (sa.), cenaze namazını kıldırmak için ayağa kalktı. Fakat İslâm'a karşı samimi olmadığı için Cenâb-ı Hak, Peygambere, onun cenaze namazını kıldırmasını yasaklayarak şu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu: "Asla onlardan (münâfıklardan) ölen kimse üzerine cenaze namazını kılma."(Tevbe 9/84)