19 Aralık 2011 Pazartesi

KUR'AN-I KERİM



SORU: Kur'an-ı Kerim ölülerin ruhlarına hediye edilebilir mi, sevabı onlara ulaşır mı? Yoksa, Kur'an dirilere mi inmiştir?

CEVAP: Evet, Kur'an dirilere inmiştir amma, Kur'an-ı Kerim'in sevabı ölülere de bağışlanabilir. Neden?.. Peygamber (SAS) Efendimiz'e sordu birisi, dedi ki:

"--Yâ Rasûlallah! Annem benden bir çeşme istemedi. Ben o istemediği halde bir çeşme yaptırsam, yaptırdığım çeşmenin sevabını anneme bağışlasam, gider mi sevabı?.."

Peygamber Efendimiz de:

"--Gider." dedi.

O da annesinin hayrına çeşme yaptırdı, üstüne de annesinin ismini yazdırdı.

Demek ki, ahiretteki bir insana gönderilebiliyor. Kur'an-ı kerim okumanın da sevabı vardır, onun sevabı da gönderilebilir. Tabii asıl maksat, bizim okuyup Allah'ın sevgili kulu olmamızdır.

SORU: Kur'an-ı Kerim'in Türkçe meali abdestsiz okunabilir mi? Okunursa feyz ü bereketi ne kadar olur? Radikal arkadaşlar, "Abdestsiz okunur!" diye telkinde bulunuyorlar.

CEVAP: Radikal arkadaşlar fakih değildir. Bu iş radikallikle, kendi kafasından hüküm vermekle hiç olmaz. Dînî emirlerin bir ciddiyeti vardır.

Hazret-i Ömer bu hususta diyor ki: "Eğer ben aklımla, mantığımı yürüterek meshetmek düşünseydim, ayağımın üstünü değil altını meshederdim. Çünkü, tozlanan altıdır. Ama Peygamber Efendimiz üstünü meshetmeyi tarif etmiş; o tarzda yapılıyor."

Dînî ahkâmda, hele fakih olmayan bir insanın ictihada kalkması çok büyük edepsizliktir. Hatta alimin birisi diyor:

(Men tefakkaha bigayri fıkhin fehüve hımârun) "Fıkıh bilgisi olmadan ahkâm kesmeğe kalkan eşektir." diyor. Öyle şey olmaz! Din oyuncak değildir. İlmihali açsın; büyükler ne demişse ona göre hareket etsin herkes...

Ömer Nasuhî Hocamız diyor ki: "Meal bile olsa, abdestsiz tutulmaz!" Dînî kitaplara hürmet edilmesi lâzım!.. İçinde ayet hadis bulunan kitapların abdestli tutulması lâzım!.. Tarikat da bir insanın abdestli gezmesini tavsiye ediyor.

(Lâ yemessehû illel mutahherûn) "Bu Kur'an-ı Kerim'e temiz olmayanlar el süremezler!" diye ayet-i kerime var... Gerçi bu ayet-i kerimenin çeşitli tefsirleri olabilir ama, fıkıh alimlerimiz abdestsiz tutulamayacağı kanaatine varmışlar.

Ötekisine ne oluyor?.. Arapça bilmez, Kur'an-ı Kerim'i bilmez, tefsir bilmez, hadis bilmez; radikal İslâm'cı... Ben öyle çok radikal İslâmcı kimseleri biliyorum. Olmaz böyle şey, bu iş oyuncak değildir. Din ilmi hiç oyuncak değildir. "Kendi re'yi ile Kur'an-ı Kerim'i tefsir eden, cehennemde yerini hazırlasın!" diye hadis-i şerif var... Kendi fikriyle olmaz bu işler... Bir şer'î delile, fıkhî bir mezhebe dayanması lâzımdır ictihadın... Bu da, bu işi bilen aklıbaşında insanların işidir.

Bizim Mehmed Emin Er Hoca, Mısır'a uğramış. Kendisi fakih... Orda alimlerle sohbet etmiş. Diyor ki: "Orda mesele soruyoruz, 'Kanaatiniz nedir?' diye... 'Şöyledir.' diye atıyorlar." diyor. Yâni, delil getirmeyi gerekli görmüyor. Adam düşünüyor kafasından, "Şöyledir." diyor. Bizim radikaller de öyle...

Bak, ömrünü fıkıh ilmine vermiş olan Mehmed Emin Er Hoca, ayıplıyor. "Delilsiz konuşuyorlar. 'Peki niçin?..' diyorum; sebep söyleyemiyorlar." diyor. Sebep söylenmeden olmaz ki!.. Kaynak gösterilecek, ayet ve hadisten mesned gösterilecek. O olmadan olmaz.

SORU: Kasetten Kur'an dinlemek caiz mi?..

CEVAP: Caizdir. Dinlersin, nasıl telâffuz ettiğini öğrenirsin. Öyle hafızlar biliyorum ki, hafızlığa çalışıyor; kendisi sayfası okuyor, bir taraftan teyipten dinliyor. Yine okuyor, yine teyipten dinliyor... Böylece iyi telâffuz eden bir ağızdan Kur'an-ı Kerim'in telâffuzunu öğrenmiş oluyor. Faydası vardır, tavsiye ederiz.

İyi bir hafızın, çok üstad olduğu mâlûm ve müsellem olan bir kimsenin kasetlerini alın, dinleyin!.. Güzel öğrenin, güzel okuyun!..

SORU: Duvarında ayet asılı bir odada ayak uzatmak veya uyumak uygun mudur?

CEVAP: Çok büyük bir mahzuru yok!.. Biz burda edebimizden böyle şeyleri yapmıyoruz ama, Suud'da adamlar başının altına Kur'an-ı kerim'i koyup yatıyorlar bile... Öyle yapmak câiz değil tabii...

Osman-ı Gazi Hazretleri Şeyh Edebâli Hazretleri'nin evine gittiği zaman, duvarda asılı bir şey görmüş. "Bu nedir?" demiş. "Kur'an-ı Kerim..." demişler. O da hürmetinden sabaha kadar ayakta durmuş. Tabii, biz bu edeble, Osmanlı terbiyesiyle yetişmişiz yâni...

SORU: Kur'an okurken, zikir yaparken bir türlü gözümden yaş gelmiyor; ne tavsiye edersiniz?

CEVAP: Bunun olması için bazı şartların yerine getirilmesi lâzım!.. Meselâ, oruçlu iken rikkatlidir insan... Oruç tutuyorsunuz, ikindi de gayet rikkatlenirsiniz. Çünkü mide boşaldı, kalb feyizlendi; o zaman göz de rikkatlenir.

Tok karınla, binbir meşgale ile, ağırlıkla o duygular o kadar incelmiyor; o bakımdan olmuyor. Allah yardımcı olsun, güzel haller nasîb eylesin...

Allah isteyene, istediğini verir. Ben kendim hayatımda şahidim ki, Allah kullarına neyi isterlerse veriyor, her istediğini veriyor. Siz Amerika'yı fethetmeyi isteyin, Amerika'yı fethi de verir Allah... Ama, istemiyor kimse... Çalışmıyor, gayret etmiyor, vazifesini yapmıyor; ondan olmuyor.

SORU: Yalnız Kur'an-ı Kerim'in mealini esas alarak hüküm vermek, ne derece doğrudur?

CEVAP: Son derece yanlıştır. Kur'an-ı Kerim'in mealinden hüküm çıkmaz. Çünkü, Kur'an-ı Kerim'den hüküm çıkartacak babayiğit yoktur. Kur'an-ı Kerim'in açıklaması mahiyetinde hadis-i şerifler vardır; alimlerin, fakihlerin beyanları vardır. Kur'an-ı Kerim'in mânâları incedir. Kur'an-ı Kerim'in esrârı çoktur. Kur'an-ı Kerim'in ifadesi vecizdir. Oradan ahkâm çıkartmak için, İmam-ı Azam gibi olmak lâzım, İmâm-ı Şâfiî gibi olmak lâzım!..

Mealden ahkâm çıkartan kimse, çıkartırsa da yanlış olur. Çünkü, o konudaki hadis-i şerifleri de bilmesi lâzım gelir. Çok yanlış bir şey yapar. "Kur'an-ı Kerim'i kendi re'yiyle te'vile, tefsire kalkan, cehennemdeki yerini hazırlasın!" diye hadis-i şerif vardır.

Kur'an-ı Kerim oyuncak değildir. Kur'an-ı Kerim'deki hatâ başka şeye benzemez. Elektrik şebekesi yapan insan, yüksek voltajla çalışan usta, elektriği bağlarken yanlış bir şey yapsa, iki tarafı tutsa, elektrik hatâyı affeder mi?.. Affetmez; çarpılır, kömür olur. Kartal bile uçarken, bir kanadı oraya değiyor, bir kanadı öbür tarafa değiyor; çarpılıp aşağıya düşüyor. Neden?.. Elektriğin şakası yoktur, oyuncak değildir.

Kur'an-ı Kerim'in hiç şakası yoktur!.. Kur'an-ı Kerim çocuk oyuncağı değildir. Zibidilerin oyuncağı da değildir. Kur'an-ı Kerim, çok büyük alimlerin üzerinde konuşabileceği bir şeydir. Öyle mealcilikle, yarım yamalak bilgi ile bu iş olmaz; müctehid olmak lâzım!..

Müctehid olmadan, öyle Kur'an-ı Kerim'i okuyacak da, anlayacak... Sen gel bakalım, ben sana Kur'an-ı Kerim'i harekesiz yazayım, harekesiz doğru okuyabilecekmisin bakalım?.. Kur'an-ı Kerim'i harekesi olmadan doğru okuyamayan bir insan, Kur'an-ı Kerim üzerinde hiç konuşmağa kalkmasın, haddini bilsin!.. Okuyabilecek misin doğru düzgün?..

Ben nice insanlar gördüm, üniversitede doçentlik imtihanına girdiler tefsir kürsüsünde; önünde yazılı Kur'an-ı Kerim ayetlerini, harekesiz doğru düzgün okuyamıyorlar. Öyle profesörlükle, doçentlikle de olacak değil, bayağı büyüktür bu iş... Ateşle oynuyorlar. Yanlış bir hüküm verirsin, kendini de mahvedersin, başkasını da...

"Allah-u Teâlâ Hazretleri insanlara ilmi verdikten sonra, çekip almaz; alimleri alır, geriye cahiller kalır." buyuruyor Peygamber Efendimiz... İmam Buhârî'nin Sahih-i Buhârî'sinde vardır bu hadis-i şerif... "Millet de onları adam sanar, mesele sorar. Onlar da kafalarından cevap verirler. Hem kendileri dalâlete düşerler, hem de kendilerine soru soranları dalâlete düşürürler." diyor.

Onun için, din ahkâmı şakaya gelmez! Bu işin şakası yoktur. Meal ile iş olmaz!.. Meal ile iş olmadığı gibi, derin Arapça bilgisi olacak, tefsirleri okuyacak, hadisleri okuyacak... O da yetmez; o konudaki bütün ahkâmı inceleyecek. Yine de edeple, hürmetle konuşacak, "Allahu a'lem bis savab" diyecek.

SORU: Hangi tefsiri okumamızı tavsiye edersiniz?

CEVAP: Ben Said Havva'nın El-Esas fit Tefsir'ini beğendim. O okunabilir. Ayrıca İbn-i Kesir'in Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri isimli kitabı okunabilir.

SORU: Hangi tefsir kitaplarını okumamızı tavsiye edersiniz?

CEVAP: Elmalılı'nın tefsirini okuyun! Kendisi büyük bir alimdir. Tefsiri, selâhiyetle yazılmış güzel bir tefsir kitabıdır.

Eğer Arapçasından okuyabilirseniz Kurtubî Tefsiri'ni tavsiye ederim. Çok geniş, çok metodlu, çok sağlam malzeme ihtivâ eden bir tefsirdir.

İbn-i Kesîr'in tefsirini tercüme ettiler ama, çok ilâveler koymuşlar. Bazı yerleri sıkıcı... Almış jeoloji kitabından; ayet-i kerimede arzdan bahsediyor diye jeoloji kitabının sekiz sayfa, on sayfa mâlûmatını yazmış. İbn-i Kesîr yazmadı ki bunu; sen İbn-i Kesîr Tefsiri'ni tercüme ediyorsun, ne diye bunu koyuyorsun?.. "Bak filânca yerde!" diyecek yerde, oraya bakması zahmet olmasın diye jeoloji kitabının, biyoloji kitabının malzemesini araya eklemiş. Tabii o zaman İbn-i Kesîr Tefsiri olmuyor, İbn-i Kesîr Tefsiri'nden mülhem olarak yazdığımız bizim tefsirimiz demek oluyor.

İbn-i Kesîr'in tefsiri hadislerle ayetleri izah eden, metod olarak hadisleri tefsirde kullanan güzel bir tefsirdir. Onun da açık seçik bir Türkçe ile yazılmış tercümesi var... O da bulunabilir, okunabilir.

SORU: Bazı kimseler Kur'an'ı makamla; rast, sabâ, hicaz makamlarıyla okuyorlar. Bu makamlar mûsikî makamları değil midir, caiz olur mu?..

CEVAP: İnsan bilse de bilmese de, bir kıraat tutturdu mu, o bir makama girer.

(Ve rettilil kur'âne tertîlâ) buyrulmuş; Kur'an'ı tertil ile, makam ile okumak lâzımdır.

(Zeyyinül kur'âne biasvâtiküm) "Kıraatinizi güzel sesinizle zînetlendirin de, tesirli olsun!" buyrulmuş. Onun için Kur'an-ı Kerim'i böyle bir ahenk ile okumak lâzım. Düz, konuşur gibi, hitab eder gibi bir tarzda değil de; ilâhî okur gibi, --tabiri caizse-- melodi ile, makam ile okumak vardır. Peygamber Efendimiz'in emridir.

Bunu ustalar şu makamdan okuyabiliyor, bu makamdan okuyabiliyor; mûsikî niyetine okumuyorlar. Uygun olanı Arap lâhnine uygun olarak okumaktır ama, ötekiler de câizdir.

KUL HAKLARI



SORU: Kul hakkı olup da ödeyemeyenler ne yapmalı?

CEVAP: Biliyorsa, götürüp verecek. Bilmediği kimselerse, onların namına hayır hasenât yapacak; "Ya Rabbi, ben onları bulamadım, ödemeyedim. Onların namına bunu yapıyorum; kabul eyle, affeyle..." diyecek. "Hac yapıldığı zaman, böyle kul hakları da ödenir." diye müjdeler vardır.

SORU: Akrabası tarafından haksızlığa ve zarara uğratılan kimsenin tavrı ne olmalıdır?

CEVAP: İster müslüman olsun, isten akraba olsun, ister yakın olsun, ister uzak olsun, ister tanıdğı kimse olsun, ister tanımadığı kimse olsun, kulun hakkını bir başkasının yemesi İslâm'da yok!.. Yasak, haram; böyle bir şey mümkün değil... Kim yaparsa yapsın; hakkı alınan kimse, hakkını istemeğe lâyıktır, hakkını ister. İfade eder, "Bak, sen bunu almışsın, bunu bana ver!" der ve hukukunu korumak için her türlü adlî yollara müracaat eder.

İslâm'da başkasının hakkını almak haramdır. Böyle yapan kimse, çok büyük günaha girmiştir. "Birisinin arazisini gasb eden bir kimse, bir karış bile yer almışsa, o kadar cehennemden yer almıştır. Aldığı araziler boynuna ateş olarak geçirilecek!" diye hadis-i şeriflerde geçmektedir. Mal da öyledir.

Bir kimsenin rızası olmadan, onun arazisinden bir taraftan öbür tarafa bile geçilmez!.. İslâm'da kul hakları bu kadar önemlidir.

--Bir kul tevbe etse, kul hakları ödenir mi?..

--Ödenmez!.. Kul hakkının ödenmesinin şekli, onun gidip hakkını hak sahibine vermesidir. Başka türlü çaresi yoktur. "Ben ondan almıştım ama, şimdi ona götürmeğe utanıyorum. Burdan tevbe ederim, kurtulurum!" sanmasın kimse... Böyle bir şey yoktur. Gidecek, hakkı verecek ve helâllaşecek; ondan sonra kurtulacak...

SORU: Bir şirkette çalışıyorum. Vakit namazlarının bir bölümü, zaman zaman şirketin mesâi vakti içine denk geliyor. Namaza ve derslere zaman ayırınca şirketle aramda bir kul hakkı meydana geliyor mu? Ne şekilde hareket etmem lâzım?

CEVAP: Namaz için bir kul hakkı teşekkül etmez. Çünkü, namaz Allah'ın emridir; tutması, o emri yerine getirmesi lâzım gelir.

Dersler için ayırdığı zaman kadar, ücret almadan mesâi yapmak sûretiyle hakkını helâl ettirebilir. Aksi takdirde ötekisinin hakkı geçer.

SORU: Geçenlerde bir trafik kazasında kardeşimi kaybettim. Kazanın husûlünde şoförün hatalı olduğu tesbit edildi, şoför de kabul etti. Şoförün maddî durumu vasat... Bu durumda maddî ve mânevî tazminat davası açmak câiz midir? Bir de dava açılmaması halinde iki milyon teklif ediyor; ne yapmam lâzım?

CEVAP: Bu gibi durumlarda; yâni kaza olmuştur ve birisi birisinin ölümüne sebep olmuştur, diyet lâzım gelir. Bir müslüman bir müslümanı hata yoluyla öldürmüşse, onun ailesine ve mirasçılarına diyet vermesi lâzımdır. Bu o ailenin hakkıdır ve bunu almak için dava edebilirler.

Bu da böyle iki milyon kadar değildir, fazla bir miktardadır. Can gitmiş oluyor, iki milyondan fazla olması lâzım!..

Şurdan biliyorum ki, bazı kardeşlerimizle Mekke'den Medine'ye gidiyorduk. Bizim kardeşlerimizden bir tanesi arabasını, yanından bir kamyon fazla gürültüyle geçerken fazla sağa kaydırmış. Yalpalattırdı, araba devrildi, kaza oldu. Kardeşlerimiz sağ çıktılar içinden... Bir tanesi, bir iki saat sonra beyin kanamasından öldü.

Suud hükümeti 60-70 milyon paralar çıkarttı. Deviren kardeşimize ceza geldi. Onlar da bu kadar parayı nerden bulacaklarını şaşırdılar. Çeşitli yerlerden yardımlar sağlandı da, o tazminat ödenmeye çalışıldı. Bu Türkiye'de bilinmiyor.

Allah'ın hükmü, İslâm'ın hükmü, böyle mağdur durumda olan kimselere tazminat verilmesidir. Bu hususta Fikri Yavuz'un, "İslâm Fıkhı ve Hukuku" diye bir kitabı vardır. Orda kazalarla ilgili bir bölüm vardır. O bölümü okurlarsa, kardeşlerimiz daha fazla bilgi edinebilirler.

Zâten şoför haksızmış da; ölen kimse haksız bile olsa, bu diyet meselesi İslâm'da caridir. Bu diyeti, öldürülen kimsenin ailesine, ölüme sebebiyet veren kimselerin vermesi lâzımdır. Vermezse, borcunu yerine getirmemiş olur. Bu husus böyledir, ona göre hareket etsinler!

SORU: Komşu ile geçinemiyoruz, konuşmuyoruz, günah konuşuyoruz. Malımız müşterek, bırakıp gidemiyorum. Çıkmaz içindeyim, ne yapayım?

CEVAP: Allah için sabredecek ve komşusuna iyilik edecek. Komşusu çok hizmet etmeğe, hürmet etmeğe, iyilik etmeğe lâyık en yakın kimsedir. Peygamber Efendimiz, komşu haklarına çok itibar etmiştir. Peygamber Efendimiz'in hatırı için kendi duygularını bastıracak, komşusuna iyi muamele edecek. Kötülüğe iyilikle mukabele edecek, müslümanlığın güzelliğini göstermeğe çalışacak!..

Allah yardımcı olsun...

SORU: Yolda çivi, odun, kömür parçası bulunduğunda alınırsa haram olur mu, almamak mı daha iyidir?

CEVAP: Bizim olmayan bir şeyi almamağa alışmalıyız bir kere... Bizim değil, ne diye alıyoruz?.. Almamak, başkasının malını kullanmamak esastır. Başkasının tarlasından, bahçesinden bile izni olmadan geçmemek gerekiyor.

Sahibinin bulduğu zaman geri alacağı şeyleri almak caiz olmaz!.. Gelse, bulsa; onu alacak sahibi, istifade edecek... Onları almak doğru olmaz! Küçük de olsa, büyük de olsa onlardan sakınmak gerekir. Almamak daha iyidir.

KIYÂMET ALÂMETLERİ



SORU: 1997 senesinde iki ramazan bir seneye geliyormuş, kıyametin büyük alâmetlerindenmiş; bu doğru mu?..

CEVAP: Peygamber Efendimiz'in yanına Cebrâil (AS) geliyor da, soruyor:

--(Metes sâah?) "Kıyamet ne zaman yâ Rasûlallah?"

Peygamber Efendimiz'in cevabı şu:

--(Mel mes'ûlü bia'leme mines sâil) "Bu soru kendisine sorulan şu ben, Hazret-i Muhammed-i Mustafâ, Allah'ın hak peygamberi olarak ben, soru soran senden daha fazla bilgili değilim. Durumumuz aynı..."

(Lâ yücellîhâ livaktihâ illâ hû) "Kıyametin zamanını Allah-u Teâlâ Hazretleri kimseye bildirmemiştir. Allah-u Teâlâ Hazretleri, kullar iyi olduğu zaman iyilik ihsan eder. Kötü oldukları zaman, başlarına felâketi indirir.

Muhterem kardeşlerim! Bir insanın kendisi öldüğü zaman, kıyameti kopmuştur. Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

(İzâ mâtel insânü) "İnsan öldüğü zaman, (fekad kàmet kıyâmetühû) onun kıyameti kopmuştur." Bitti onun işi... Öldü, kıyameti koptu.

Bil bakalım ben ne zaman öleceğim, bil bakalım sen ne zaman öleceksin?.. Bilmiyoruz. Her an ölebiliriz. Ya sekte-i kalbden ölürüz, ya tepemize uçak düşer, ya trafikte bir araba çarpar... Bir şey olur, her an ölebiliriz. Yâni, bir adım daha atmağa halimiz var mı, yok mu bilmiyoruz. Onun için kıyamete hazırlanın!

Nitekim, Peygamber Efendimiz'e birisi gelip, "Ne zaman kıyamet kopacak yâ Rasûlallah?" dediği zaman, Peygamber Efendimiz ona dedi ki: "Sen onun için ne hazırladın?.."

Biz de Rasûlüllah'ın sünnet-i seniyyesine uygun olarak deriz ki: "Bırakın şu vakitlemeleri!.. Bırakın bu işleri!.. Rabbimizin bildiği bir şey..."

Birisi geldi bana burdan, kardeşlerimizden; dedi ki:

"--Hocam! AİDS hastalığı Dabbetül arz diyorlar, doğru mu?.."

"--Sanmıyorum. Hadis-i şeriflerdeki tadriflere uymuyor." dedim.

Kardeşlerimiz düşünüyorlar, kendi kendilerine yorumlar yapıyorlar. Bu yorumlar ekseriya doğru çıkmıyor. Çünkü, gaybı Allah bilir. Eğer gaybı Allah sana doğrudan doğruya bildirirse, belli olur o...

Birisi, hristiyanlığın doğru bir din olmadığına kànî olmuş İngiltere'de... Düşünmüş, taşınmış, dinleri incelemiş; en mâkul din Budizm diye düşünmüş. Sevgi var, merhamet var filân diye okumuş kitaplardan... Hadi Hindistan'a gideyim, budist olayım diye İngiltere'deki evini satmış, bir sağlam araba almış. Çoluk çocuğunu bindirmiş arabaya... Hani üstüne yazıyorlar ya: "From England to India" Karayoluyla Türkiye, İran, Pakistan üzerinden Hindistan'a girecek, budist olacak adam...

Türkiye'ye gelmiş. Üç defa rüyasında, peş peşe: "Hak din İslâm'dır, müslüman ol!" demişler. Bak, insan doğru yola girdi mi, Allah nasıl bildiriyor!..

Böyle aşikâr bir şey bildirse Allah-u Teâlâ Hazretleri, yine de rüyayı gören kimseye aittir bilgi... Yine de onun bir yorumu vardır. Meselâ, "Perşembe günü kıyamet kopacak!" diye üç gün arka arkaya görse insan, belki o genel kıyametin kopmasına delâlet etmez de, o şahsın öleceğine delâlet eder belki... Onu da yine bilemez.

Bu sene için de bazıları, "Ramazan içinde ses duyulacak!" dediler. Bilmem "Kuyruklu yıldız geldi gitti; tamam şu şöyledir, bu böyledir..." dediler. Ben her an ölebilirim, benim kıyametim kopabilir. Her an abdestli, hazırlıklı olmalıyım. Gaybı Allah biliyor. Allah'ın bana bildirmediği bir şeyi, bilmek zorunda da değilim, peşine düşmek zorunda da değilim.

(Velâ takfü mâ leyse leke bihî ilmün) "Bilmediğin şeyin peşine takılma!" diye ayet-i kerimede bildiriliyor. Bana Allah kulluğu emretmiş; onu yapmağa çalışırım.

SORU: Hadis-i şerifte geçen Şam bölgesine biz de dahil oluyor muyuz?

CEVAP: Dahil oluyoruz. Çünkü, o bölgenin biraz daha yukarısındayız. Kıyısından, kenarından, banliyösünden biz de oralı sayılırız inşaallah...